G
EZİ YAZILARIM / KÜLTÜR - SANAT
| Kitap yazılarım | Şiirimsilerim | Söyleşiler | Öykülerim | Fotoğraflarım | Tiyatro üzerine


BOZCAADA'DA TARİHİ GÜRÜNEYLER YAZIYOR


BOYTAM'ın giriş Kapısı

Doğduğunuz, doyduğunuz, durduğunuz ve duygulandığınız şehir, kent, yer için ne yaptınız?
Bana değil kendi kendinize yanıtlamanız için sordum bu soruyu.
Ben birisini anlatacağım sizlere: Adı Hakan Gürüney.
O yapmış ve yapmaya devam ediyor



09/09/2006     Mustafa SÜTLAŞ       mustafa@sutlas.com

B
U YIL altıncısı yapılan Yeşiller Bozcaada Buluşması sırasında iki yıldır niyet ettiğim işi gerçekleştirebildim. Halk arasında söylendiği şekliyle "Bozcaada Müzesi"ni, tam adıyla söylersem "Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi"(BOYTAM)ni onu oluşturanların rehberliğinde dolaştım, tanıdım, öğrendim.

Sizlere de öneriyorum; "uzak yakın" demeyin ilk fırsatta gidin ve insanın "kendi başına" neler yapabileceğini görün. Geyikli'den bindiğiniz arabalı vapurdan Bozcaada limanında indiğinizde ileriye, adanın içine doğru yürüyün. Sağınızda kale ve hemen onun önündeki meydanı geçince bir tarafında Ziraat Bankasının bulunduğu dört yol ağzına gelirsiniz. Sağa doğru kale arkasına ve Salhane'ye gider yol, Sola doğru ise adanın içlerine. Tam karşıdaki sokağa gireseniz, hemen sağınızda Belediye, solunuzda Talay Şarap fabrikası vardır. Onları geçince solda tek katlı eski bir Rum evi görürsünüz.

1874'de yaşanan yangından sonra, birbirini dik kesen sokaklarıyla planlı bir şekilde yeniden yapılan Rum mahallesindeki eski evlerden birisidir o. Duvarında yukarıda belirttiğim merkezin bir plaketi vardır.

Kapı kapalı olsa da korkmayın çıkın 5 basamağı ve kapıyı iteleyin. Eğer yaz dönemiyse orada Ya Hakan Gürüney'i ya da eşi İnci Gürüney'i göreceksiniz. İşte onlar Bozcaada'yı en iyi ve kapsamlı bir şekilde anlamanızı sağlayacak olanağı sizlere sunacaklar.

HAKAN GÜRÜNEY'İN DENİZ KABUĞU KOLEKSİYONCULUĞU VE BOZCAADA İLE TANIŞMA HİKAYESİ

"Asla iflah olmaz bir koleksiyonerim. Çocukluğumdan beri daima bir şeyler biriktirdim. Çocukluk ve ilk gençlik çağlarımda biriktirdiğim her şey, sıralı, sağlam, düzgün paketler halinde bugün de durmaktadır. Sualtında, nefes tutarak zıpkınla balık avlanmaya ara verdiğim yıllarda, denizde saatlerce kalıp balık vurmama gibi bir durumda yapabileceğim tek şey dip yaşamını daha yakından gözlemek oldu. Bu sayede de sualtı mücevherleri dediğim deniz kabukları ile tanıştım.

Ege ve Akdeniz kıyılarında, deniz kabuğu toplamaya yönelik dalış seyahatlerim 1988 yılında başladı. 1991 yılına kadar 12 ayrı seyahatte 35 değişik noktada, Saros körfezinden başlayıp Adana - Yumurtalık sahilleri arası yaptığım dalışlarda 220 değişik tür deniz kabuğu topladım.

İlk seyahatimde Saros Körfezi ve devamındaki sahillerde dala çıka Çanakkale'ye kadar gelip, Çanakkale'den feribot ile Gökçeada'ya da geçtik. Benim için verimsiz ve sevimsiz bir ada seyahati olduğu gibi, gidiş ve özellikle dönüşte -geceden vapur kuyruğuna girmek gibi- yaşadığımız zorluklar, Odunluk İskelesi önüne gelip de, hele eski püskü çıkartma gemisini görünce Bozcaada'ya gitmekten derhal vazgeçmeme neden olmuştu.

Devamındaki Ege ve Akdeniz sahillerinde, karaya vurmuş ölü, boş kabukları, 10 metre derinliğe kadar olan kesimlerde ise elekle kum eleyerek, yosun yıkayarak veya taş altlarına bakarak yüzlerce tür deniz kabuğu topladım, tasnif ettim.


Hakan Gürüney

Topladığım bu kabukları İsmet R.TÜMTÜRK (1916-1998) isimli, dünya çapında isim yapmış koleksiyonere götürür, beraberce teşhis ederdik. Bir ziyaretimde, koleksiyonunu incelerken, o anda elimde tuttuğum “Trivia Spongicola Monterosato, 1923” isimli deniz kabuğundan bugüne kadar bilinen beş örnek toplanabildiğini söyledi. Bir tanesi Kuzey Afrika sahillerinden toplanmış İtalya'da müzede bulunan fosil bir örnek, üç tanesi Bodrum - Gümüşlük açıklarından toplanmış İstanbul Üniversitesi Koleksiyonu'nda bulunuyor, beşincisini de Assos yakınlarında bizzat kendisi bulmuş ve elimde duruyordu.

Kabuk bir leblebi tanesinden daha küçük, ilk bakışta türünün sıradan bir örneği idi. Ağız kısmından başlayıp, sırt kısmında sonlanan enlemesine setleri vardı. Beni nadirin nadiri olması ötesinde cezbeden yanı, ağız kısmının her iki ucunda bulunan mor benekleriydi.

Koleksiyonculuk hırsım tüm benliğimi sarmıştı. Bu kabuktan bende de olmalıydı. Bu toplantının bir hafta sonrasında, 1991 yılının 29 Ekim tatilinden yararlanarak, üç günlüğüne geldiğim Assos yakınlarındaki Sokakağzı beldesinde, Kuzey Ege'nin lacivert ve soğumaya yüz tutmuş denizinde hergün sekiz saatten fazla denizde dalarak araştırmalarımı sürdürdüm. Son gün güneş ışıklarının kaybolmaya, umutlarımın sönmeye başladığı anlarda, yüzlerce kez elediğim kumların içinden elekte kalan birkaç kabukludan birinin de aradığım kabuk olduğunu gördüm.

Kıyıdan 250-300 metre açıkta, on metre derinlikte, denizin içinde çılgınlar gibi sevinen biri! Koleksiyonumun en değerli parçasını bulmuştum. Sonraları aynı bölgeye iki kez daha gittim. Ne ölüsüne, ne de dirisine rastladım. Belki de son örnekti bulduğum. Benim için bu çok önemli buluşu da Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi'nin Eylül 1992 sayısında yayımladım.

Araştırmalarımı bu kez de bu konuda yayınlanmış literatüre yönelttim. Bu türe ait dünyada bulunmuş tüm kabukların incelendiği kitapta benim bulduğum kabuğun ismi geçmediği gibi, yurtdışından getirttiğim yüzlerce kitapta da bu kabuğa ait doyurucu bilgi veya resim yoktu.

Birçok defa tür tayini için kabuk götürdüğüm, bu konuda ilk temel bilgileri aldığım, ( bir konuşmamızda rahmetli İlham Artüz'ün (19..-1993) hakkında, “Beş Avrupalıya bedeldir!” dediği ) üniversite kürsüsünden artık emekli olmuş, sayın Prof. Dr. Muzaffer DEMİR, ısrarla bana doğada nadir diye bir şey olamayacağını, canlının soyunu devam ettirebilmesi için yeter sayıda dişi ve erkek bireyin olması gerektiğini, benim nadir dediğim kabukların tam yaşadıkları yeri bulamadığımı veya çok derinde yaşadıklarını söylerdi.

Bu arada İstanbul Malakoloji Derneği isimli, deniz kabuklarının anatomik yapılarını inceleyip, bilimsel anlamda tür tayini yapacak bir dernek kurma aşamasındaydım.

Hergün derneğe yeni katılacak arkadaşların deniz kabukları koleksiyonlarını inceliyordum. Yeni tanıştığım Murat RECEVİK isimli bir üyenin kabuklarını incelerken, o ana kadar tür teşhisi yapamadığı, çoğu 1-2 mm.lik kabuklarla beraber duran, 2 adet T.spongicola kabuğu olduğunu gördüm.

Ne olduklarını bilmediğini ama bunları topladığı Bozcaada'dan daha fazla bulabileceğini söyledi. Şok geçiriyordum. Gitmediğim tek yerde, koleksiyonumun en nadir parçasını bulmuştu.

Ben de, büyük bir heyecanla kendisine bu kabukla ilgili bildiğim herşeyi ve bu kabuğun hikayesini anlattım. Onu da nadir bir kabukla karşı karşıya olabileceği duygusuna kaptırmıştım. Kabukları özenle poşetledi, etiketledi ve kutusuna kaldırdı. Oldukça şaşkındım.

Ertesi sabah, yine derneğe kurucu üye olacak, Boğaziçi Üniversitesi Sualtı Sporları Klübü üyesi, Baki YOKEŞ ile tanışmak için üniversiteye gittim. Muzip bir gülümseme ile bana bakmakta olan yeni tanışacağım bu arkadaşın bir elinde yazımın çıktığı dergi, diğer elinde de, bir poşet dolusu T.spongicola kabuğundan vardı. Bozcaada'da dalış yaptıkları yerde, henüz gerçek tanımlamasını bilmediği bu kabuktan isterse yüzlerce örnek daha toplayabileceğini söyledi.

Benim için, nadirlik yönünden bu kabuk için giz perdesi aralanmış ve daha önce hiç gitmediğim Bozcaada yeni hedef olmuştu. Bir hafta içinde dernek üyesi arkadaşlarla 1993 yılı temmuz ayında ilk kez Bozcaada'ya gelip, gerçekten de adanın her tarafından 100'den fazla örnek topladık. Takip eden yıllarda sadece bu kabuğu toplayabilmek için defalarca geldiğim Bozcaada'dan 560 değişik türde deniz kabuğu ile geri döndüm. Tüm bu deniz kabukları Hollanda'daki Amsterdam Üniversitesi, Zooloji Müzesi, Malakoloji Bölümü'nden Robert G. Moolenbeek ve Dr. Van der Linden tarafından da teşhis edilmişlerdir."

"2 yılda 20 yıllık iş"

Bozcaada Kaymakamı
Bilal Bozdemir

Tam bu noktada size Bozcaada'nın Kaymakamı Bilal Bozdemir'den söz etmeliyim. Genç bir insan o. 1972 yılında Karaman'da doğmuş. 1993 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirmiş. Sonra eskileirn deyişiyle "maiyet memurluğu" yapmış Kaymakam vekili olarak. Ardından İngiltere'ye gitmiş. 8 ay süreyle dil ve meslek eğitimi görmüş. Dönünce Manisa İli Köprübaşı İlçesi ile Ordu İli Çaybaşı İlçesinde Kaymakam Vekilliği görevlerinde bulunmuş. İlk klaymakamlığına henüz 25 yaşındayken Osmaniye İli Sumbas İlçesinde başlamış. Sonra Bayburt, Aydıntepe İlçesinde sürdürmüş. 2002-2004 arasında Siirt'te Vali Yardımcılığı görevinde bulunmuş. Siirt Mücadele gazetesinin herşeyi olan Sevgili Cumhur Kılıççıoğlu'nun kimbilir ne anıları vardır onunla ilgili. Bozdemir 07.10.2004 tarihinden bu yana da Bozcaada Kaymakamlığı görevinir sürdürüyor. Görev süresi dolmuş aslında ama uzatmışlar. İyi şeyler yaptığını öğrenmiş olmalılar.Pek çok iş gerçekleştirmiş Bozcaada'da.

İlkokul ve liseyi neredeyse yeniden yapılma derecesinde onartmış. Bu arada adanın tüm iç yollarının asfaltlanması ve adanın kanalizasyon sistemi konusunda çabaları olmuş. Son olarak da Çanakkale'deki 18 Mart Üniversitesi'ne bağlı bir Turizm Yüksek Okulu'nun adada açılması ve yaklaşık 40 öğrenciyle eğitime başlamasına önayak oluyor. Bu kış açılacağı söyleniyor okulun. Eskiler bunu önemsiyor. Çünkü Bozcaada çok eskilerde kalan "şaşaalı" günlerine sanki yeniden kavuşacak. Adanın kışları yaşanan "depresif" ortamı gençlerle neşelenecek. Belki de başka büyük kentlere benzeyecek; çeşitli sorunları da birlikte getirecek.

Ayrıca şu sıralarda Organik Tarım, Zeytinciliği ve Bağcılığı Geliştirme, Ağaçlandırma Projeleri gibi yürütülen çeşitli projelerin de gerçekleştirilmesi için çalışıyor.

Ada halkı tarafından sevilen Kaymakam olsı tüm eleştrileri göz alarak Hakan Gürüney'in Bozcaada tarih Araşatırma Merkezi'ne de önemli bir destek sunmuş.

Bir "özel" Müze

Daha önce belirtiğim gibi ilçe merkezinde bulunan ve 1874 yangınından sonra Bozcaada'da yapılan binaların en yüksek ve görkemlisi olan binayı Merkeze tahsis etmiş. Binanın hikayesi de ilginç. 1917 yılında zemin kat üzeri, üç katlı bina şeklinde yaptırılmış. Adanın eski Rum ailelerinden birine aitmiş. Rumlar adadan gidince orası da uzun süre boş kalmış. Sonra üst iki katı kontrollü bir şekilde yıkıldıktan sonra, bodrum ve giriş katı günümüze kadar çeşitli amaçlarla kullanılmış. Binanın mülkiyeti Hazineye ait. Kültür ve sanat hizmetleri için Bozcaada Kaymakamlığı'na tahsis edilmiş. İşte bu bina, bu yıl Mimar Reşit SOLEY ve Yapımcı Nuri SEVİM'in katkılarıyla Kaymakamlık tarafından restore edilmiş ve Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi'ne tahsis edilmiş.

Merkeze tahsis edilen binanın dış görünüşü

Merkezin sergi salonu olarak kullanılan binayı haziran 2006'da yapılan protokolden sonra 4 Ağustos 2006'ya kadar geçen çok kısa sürede yeniden onartan Kaymakam Bozdemir gitmeden önce "bunu da Bozcaada'ya kazandırayım" demiş.

Merkez daha önce ilçe merkezinden 2 kilometre uzaktaydı. Müzenin kurucusu Hakan Gürüney, Ayazma yolu üzerinde aldığı bir araziye, adanın eski bağ evleri tipinde bir bina yaptırarmış ve biriktirdiklerini orada sergiliyordu. İlçenin merkezindekii bu binanın tahsisiyle müze artık herkesin ulaşabileceği bir yerde bulunuyor. Bunu sağlayan ise kaymakam Bilal Bozdemir.

M.Hakan Gürüney kimdir

"BOYTAM'ın kurucusu" demek aslında yeter. Aslında o bir bir "iflah olmaz koleksiyoner". 1961 İstanbul'da Fener'de doğmuş. ODTÜ Fizik Bölümü mezunu. 1989 yılından beri bir bilgisayar şirketi sahibi. Bir "deniz kabuğu"nun peşinden 1992 yılında ilk kez Bozcaada'ya gelmiş. 1998 Haziran ayında da Bozcaada'ya yönelik ilk objeyi satın almış. Kendi deyişine göre "o gün bir Bozcaada koleksiyonu oluşturmaya" karar vermiş.

Bütünüyle Bozcaada odaklı, farklı konulardaki koleksiyonu genişledikçe, eldeki malzemenin sergilenebilmesi için bir araştırma merkezi binası yapmaya karar vermiş ve binayı tamamlayıp 2005 yılında sergisini açmış.. İngilizce ve Osmanlıca biliyor, Hakan Gürüney. Eşi yardımcısı, aynı zamanda müzenin "demirbaş bir elemanı" olan İnci Gürüney, kızı "Ada" ve oğlu "Ege"yle birlikte Bozcaada'da yaşıyorlar.

Binanın iç merdivenleri bile sergi amaçlı kullanılıyor.
Burada Bozcaadalı eski ailelerin çeşitli
eşyalarını görebilmek mümkün

1997 yılında Bozcaada'ya yerleşen Gürüneyler buraya yerleşme kararı vermeden önce Kaş'a kadar tüm Ege ve Akdeniz sahillerini dolaşmışlar. Kendi deyişiyle söylersek "İstanbul yaşamının bilinen bütün o zorluklarına karşın Bozcaada, bizim yaz, kış demeden gelip sığınacağımız tek liman" olmuş.

Adanın doğal güzellikleri dışında bugün sayıları çok az kalan yerlileri de onların bu kararında etkili olmuş. Onların arasında "Panayokt Abalı"yı sayıyor. Hakan Gürüney. Çocukları Dimitri'nin, okul hayatı başlayacağı için Atina'ya göç eden, adada evlenmiş son Rum çift olan, Panayot OVALI ve sevgili eşi Filo Gürüneylere, beraberce avladığımız sinaritlerden nefis buğulama yapmayı, ahtapotlardan salata veya ızgara yapmayı, kalamardan dolma yapmayı öğretmişler.

Adanın tarihini öğrenme

Eğer adaya gider ve müzeyi gezerseniz sizin de canlı bir şekilde öğreneceğiniz Bozcaada'nın tarihi konusunda oraya gittiğinde hiç bir bilgisi yokmuş Hakan Gürüney'in.

Merak hastalığı ona da bulaşınca araştırmaya başlamış. Araştırdıkça "bu küçücük adanın, sığ bir tarihi değil, eskilerin deyimiyle, gayya kuyusu gibi derin bir tarihi olduğunu" öğrenmiş ve eşeledikçe yeni şeyler bulmuş. Bir yandan da engelleyemediği biriktirme duygusuyla Bozcaada'lılar tarafından veya Bozcaada için üretilmiş kültür varlıklarını toplamaya başlamış. İşte müze bunların ürünü.

Erhan Gürüney'in özel koleksiyonu,
Bozcaadalıların destekleriyle gerçek
bir müzeye dönüşmüş durumda

Osmanlı Şark yıllıkları, Salnameler, Başbakanlık Osmanlı Arşivi dokümanları, seyahatnameler, haritalar, resimler, gravürleri, işgal dönemi posta kartları, adada yaşayan insanların ürettikleri, bıraktıkları herşey onun müzesinde tarihin yokediciliğine karşı muhafaza edileceği bir sığınak olmuş.

Bir yandan da yaşayanlarla sözlü tarih çalışmaları yapmaya başlamış Hakan Gürüney. Tarih kitaplarındaki soğuk cümlelerdeki yaşamı tüm canlılığıyla kavramaya başlamış. İşte müzede onlar sunuluyor.

Gürüneyler BOYTAM'ı oluştuma amaçlarını; "Bozcaada'nın yerel tarihini aydınlatan; Yunan, Roma, Bizans, Rum, Osmanlı ve Türk kültürlerine yönelik her türlü orijinal belge ve objeden yararlanarak, Bozcaada'dan gelmiş geçmiş kültürleri ve halkları bütün çeşitliliği içinde herkes için anlaşılır hale getirmek" olarak belirtiyorlar..


Sergilenen eserler arasında 1975'den beri kapalı olan,
Bozcaadalı Vasil'in Meyhanesinin eşyaları da yer alıyor.

Paylaşmak, paylaşmak..

Bu sözcüğü sevmiyorum. Paylaşıldıkça herşey küçülüyor gibi geliyor bana. Oysa ne olursa olsun birşeyleri birileriyle birlikte yapmak o şey her neyse onu büyütüyor, bütünlüyor. Hakan Gürüney'de "bu inancı paylaşan, bu birikime katkıda bulunmak isteyen herkesle tanışmak, fikir alışverişinde bulunmak en büyük zevkimdir" diyor.

Hakan ve İnci Gürüney Merkezin ziyaret edilmesini istiyorlar. Ziyaretçilerin, BOYTAM'ı kültürel miras ve doğal çevreye ilişkin değerleri geliştirecek güçlü bir araç olarak görmelerini bekliyorlar. Böylelikle "çok renkliliğin", "kültürel ve etnik farklılıkların" farkında olmayı sağlamayı ve buna saygıyı "yaşamın içinde varetmeyi" umuyorlar.

Tabii adanın yerlisi olan ve yıllarca ada nüfusunun çoğunluğunu oluşturdukları halde sayıları bugün 22'ye kadar düşen Rumların da bu adanın olmazsa olmazları olduğunu vurgulayarak.

Ayrıntılı bilgi için
Tıklayınız

_____________

Bu yazılara ayrıca http://www.sutlas.com adresindeki internet sayfamdan da ulaşabilirsiniz.

 

  ANA SAYFA     GEZİ YAZILARI