Y
AZILARIM / Öykülerim

YENİ BAŞHEKİM

17- 23.01.1995/İSTANBUL

Nöbetteydim. Uzandığım kanepenin, birden sarsıldığını hissettim. Bu sarsıntıya yeni daldığımı sandığım uykunun sersemliğinde değişen müstahdem Osman efendinin boğuk sesi eşlik ediyordu.

-"Tokhtur bey, Tokhtur bey, uyan, uyan hele. Biri arıyor. Yeni başhekimmiymiş neymiş. Seni telefona istiyor."

Toparlandım. Sıktığı için gevşettiğim, yeşil ameliyathane pantolonumun belini toplayarak, yandaki acil odasına geçtim. Nöbetçi hemşire, elindeki örgüsünü bıraktı, açık duran telefonun ahizesini tutarak bana uzattı.Telefonu aldım.Bir yandan da ayılmaya çalışıyordum.

-"Buyrun...Ben Doktor Rıza..."

-"Selamünaleyküm Rıza Bey, hayırlı nöbetler olsun, ben Müstakim...Siz beni tanımazsınız Nöbetçi olduğunuz için sizi bağladılar. Bilmiyorum biliyor musunuz? Akşam üstü gelen bir emirle eski başhekiminiz Ali bey'in yerine, hastanenin yeni başhekimi ben oldum. Allah izin verirse, bundan sonra birlikte teşrik-i mesai edeceğiz. Şimdi sizden bir ricam olacak, aziz kardeşim. Nöbetçi memurdan başhekimin odasının anahtarını alınız. Başhekimin odasını ve karşısındaki toplantı odasını açınız. Az sonra diğer bölümlerin şefleriyle birlikte orada olacağız. Önemli bir toplantı yapmamız gerekiyor. Anladınız mı aziz kardeşim. "

Dudaklarımın arasından, bir fısıltı gibi "ehh, evet yani şey..." gibi bir takım mırıltılar çıktı. O benden bir yanıt beklemeksizin sürdürdü:

-"Şimdi bu söylediklerim için benden şüpheleneceksiniz, biliyorum. İsterseniz eski başhekimi de arayabilirsiniz ama, benim atanmamla ilgili emir de şu anda hastanenin faksındadır. İsterseniz oraya da bakabilirsiniz. Yine de isterseniz, eski başhekimi arayabilirsiniz. Haa unutmadan söyleyeyim. Sizin de bizim taraftan olduğunuzu, yaptığım taharriden öğrendim. Allahın izniyle size de ortupedi kliniğimizin şefliğini tevdi edeceğim, eğer kabul buyurursanız tabii."

Adam böyle dedi ve telefon çaaat diye kapandı.

-"Duydun mu hemşirehanım. Müstakim diye birisi başhekim olmuş."

Birisi benimle dalga geçiyor olmalıydı. "Doğrusu iyi de beceriyor ha... Ama yemezler canım. Biz kaçın kurasıyız. Birkaç dakika kestirdik ya bizim namussuzlar, akılları sıra beni makaraya alacaklar." diye aklımdan geçirdim. Sonra hemşireye dönüp, gülerek;

-"Yeni başhekimmiş...."

"Evet öyle diyorlar doktor bey. Akşam ben nöbeti aldığım sırada, öyle bir söylenti dolaşıyordu."

-"Peki ben niye duymadım?"

-"Doktor bey siz o sıra ameliyattaydınız. Gündüzden arkadaşlar da siz çıkmadan ayrıldılar."

-"Peki diğer arkadaşlar neredeler.Allah allah...Şu nöbetçi memurun numarası kaçtı?"

-"452"

-"Adı neydi?"

-"Rasim galiba."

-"Alo...kimle görüşüyorum."

-"Ben nöbetçi memur Rasim."

-"Ben de nöbetçi uzman doktor Rıza."

-"Buyrun Doktor bey."

-"Rasim bey, sizde anahtarlar olurmuş. Başhekimin odasının anahtarıyla, odasının önünde olun. Ben de geliyorum. Az önce yeni başhekim aradı."

Hemşirenin söyledikleri kafamı karıştırsa da, hala, o telefonun bir şaka olduğunu düşünüyordum. Ama, bir yandan da merak ediyordum. O telefon dalgaydı, dalga olmaya ama, başhekimin değişmesi doğruydu. Acaba kimdi, yeni başhekim? Kadın doğum'un şefinin epeydir gözü vardı. Biyokimya şefi de olabilirdi. Ne de olsa bacanağı milletvekili. Yoksa... "Ulan bildim. Mutlaka bizim şef başhekim olmuştur. O "klinik şefi" ayağı da oradan kaynaklanıyor olsa gerek.Tüh nasıl da düşünemedim.,"

Üst kata odaya çıktığımda Rasim Bey oradaydı.

-"Aç bakalım Rasim Bey aç. Yeni Başhekimimiz kimmiş, hele bir öğrenelim!"

Adam aptal aptal yüzüme bakıyordu. "Bu herif sapıtmış galiba" sözlerini adamın bakışlarından okumak hiç de zor değildi.Yine de itirazsız kapıyı açtı. Önde ben, arkada o içeri girdik. Ben makam masasının yanındaki etajerin üzerinde duran faksa doğru seğirttim. Gerçekten de makinenin üzerinden uzun bir kağıt sarkıyordu. Çekip kopardım. Elimdeki kağıdın üzerinde gerçekten sağlık müdürlüğünün anteti vardı. İmzaya baktım. Sağlık müdürünün imzasıydı. Bu resmi yazıda, bakanlığın emriyle hastane başhekimliğine, “Müstakim Din'ibütün” diye birinin atandığı bildiriliyordu. Faks mesajının ikinci sayfasında, bu atamayla ilgili bakanlık oluru, üçüncü sayfada da eski başhekimin görevden alınma ve başka bir hastaneye şef yardımcısı olarak atanma emri vardı.

-"Gözün aydın Rasim Bey! "

Dedim. Dedim ama yine de bu işte bir hinlik olduğunu düşünüyordum. Ulan kimdi bu herif. Böyle bir ad hiç duymadım. Kim olduğu, hangi hastaneden görevli olduğu filan da yoktu. Tam o sırada kapı aralandı ve hastanedeki lakabı "sivrisinek" olan radyoloji kliniği şef muavini içeri girdi. Yılışarak;

-"Hayırlı nöbetler Doktor bey. Epey arandım ama kimseye rastlamadım. Diğer nöbetçi arkadaşlar neredeler?"

İçimden "Ölünün köründeler.Yılışık köpek." dedim. Eski bir faşistti. Okuldan tanıyordum. Sonra ermiş ve müslüman olmuştu. Şimdi dudağının üstündeki badem bıyığı ve kısa boylu, küçücük gövdesinin orta kısmında yeni yeni şekillenmeye başlayan ve zeytin çekirdeği yutmuş bir solucanı andıran gövdesiyle amorf bir yaratık haline gelmişti. Üstelik kimsenin selam vermediği ve hazzetmedği bir tip olmuştu. Adı gibi tam bir sivrisinekti. Birden ortaya çıkar, birilerini sokar sonra kaybolurdu. Tersledim.

-"Bilmiyorum. ben ameliyattaydım. Yeni çıktım. Bu akşam her şeyde bir tuhaflık var. Birisi aradı.Yeni Başhekimmiş. Faksa baktım. Gerçekten de öyle galiba. Müstakim diye birisi yeni başhekim olmuş."

-"Evet, evet Doktor Bey. Biliyorum. Az sonra da burada bir toplantı olacak ben de onun için geldim ya zaten. Zannedersem ben de klinik şefi olmuşum. Eskisini de almışlar. Müstakim Bey telefonda öyle söyledi."

Kafam giderek daha da karışmaya başlamıştı. Tam bir darbe olmalıydı bu. Demek epey adam yerinden olmuştu. Yoksa.. Yok canım olamaz.. Hem ben daha şef muavini bile değilim. Ucu bucağı düz bir uzmanım. Allah kahretsin şu herifin haline bak. Sanki memleketin başına padişah yaptılar. Sevincinden kanat takıp uçacakl. Hazır yakalamışken şu herifi bir ıslatsam. Eskiden yediği dayakları anımsar belki. Anımsar da adımlarını denk atar.O da aklımdan geçenleri anlamış gibi, odanın karşı köşesine kadar gitmiş ve perdeyi aralayarak pencereden dışarı bakmaya başlamıştı. Aramızdaki büyük toplantı masası, dağ gibi doğal bir engel oluşturuyordu.Vazgeçtim. Nöbetçi memura dönerek.

-"Rasim Bey, karşıdaki toplantı odasını da açın. Bir toplantı olacakmış. ben aşağıya iniyorum. Kimse yokmuş, hasta masta gelir.. Hay allah nereye gider bu kadar adam, bilmem ki... Ulan, gecenin bu saatinde, bana bir numara çeviriyorsanız yaktım çıranızı."

-"Bana mı dedin doktor bey."

Sivrisinek üzerine alınmıştı.

-"Yok, yok size demedim. Ekipdeki diğer arkadaşlara söyleniyorum."

Aşağıya indim. Her tarafı arandım. Servislerdeki doktor ve asistan odalarına telefon ettim. Hiç kimse yoktu. Herkes sanki uçmuştu. Koca hastanede benden başka bir tane bile hekim yoktu. İşin ilginç yanı her nöbette hastanın bendini yıkmış sel gibi aktığı acil polikliniğinde tek bir hasta yoktu. Acil odasında, bana telefonu uzatan hemşire yine örgü örüyordu. Ona sordum:

-"Hemşiranım arayan,soran, hasta falan yok mu?"

-"Yok doktor bey. Ne tuhaf bir nöbet bu böyle. Hiç birşey anlamıyorum."

-"Ulan yoksa ihtilal falan mı oldu. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olmasın."

Telefonu çevirip, kapıdaki polis noktasını aradım. Olağanüstü bir durum yokmuş. Telefonu açan polis, her şeyin olağan ve normal olduğunu söyledi. Üstelik bunu söylerken, "bu doktor galiba kafayı yemiş" der gibi bir tavrı vardı.Telefonu kapayınca sunturlu bir küfür salladım. Bu memlekette ve bu devirde kafayı yememek olağan bir durum mu ki kafayı yemeyelim. Şu hale baksana. O sırada hemşirenin ağzında bir sakız olduğunu fark ettim. Salladığım küfrü duymuş olacak ki ağzını şapırdatarak;

-"Bana birşey mi dediniz doktor bey?" dedi.

-"Yok anam yok. Haddime mi düşmüş. Bu akşam her şey bir tuhaf. "

-"Haaa evet doktor bey. Sahiden de öyle. Siz de bir tuhafsınız."

-"Hay ben..."

Tam o sırada telefon çaldı. Az önce, kendisini yeni başhekim diye tanıtan kişiydi.

-"Ben Müstakim aziz kardeşim.Biz toplandık. Sizi bekliyoruz. Şimdi oraya bir asistan arkadaş geliyor. Sizin yerinizi alabilir. Aslında gerekmez ama, toplantıdan sonra eğer isterseniz nöbetinize geri dönebilirsiniz. "

Telefonu kapatınca, bu kez daha sesli bir şekilde bir küfür daha savurdum. Hemşirehanım söylediğimi bu kez anlamıştı. Kikirdedi.

-"Hemşirehanım!..."

Benim "ne oluyoruz, yüzsüzlüğün lüzumu yok" dercesine, bu çıkışım üzerine birden bire eski ciddiyetine döndü.

-"Yeni başhekim beni yukarıya çağırıyor. Birisini gönderecekmiş ama bir şey olursa hemen beni ara, toplantı odasındayım."

Böyle dedim ve çıktım. Çıkarken aklıma, hemşirenin de bana hazırlanan bu oyunun içinde olacağı aklıma geldi. Çıktıktan sonra durdum ve ayaklarımın ucuna basarak geri döndüm, kapının kenarına gizlenerek içeri baktım. Hemşirenin tavrı oyunu ortaya çıkaracaktı. Hiçbir değişiklik yoktu. Yeniden elindeki örgüye dönmüştü. Birden kafasını kaldırdı. Kapıya doğru baktı. Bakışlarımız çarpıştı. Ürkekçe yeniden başını öne eğdi. Hayır..En azından o bu oyuna dahil değildi.Bunu anlamıştım.

Üst kata çıktığımda, başhekimin odasının tam karşısındaki toplantı odasının kapısı açıktı. Ortadaki masayı çevreleyen koltukların tümü doluydu. Kimler yoktu ki. Gecenin bu ilerleyen saatinde sanki gecikmiş bir "siyaset meydanı" gibi herkes oraya toplanmıştı.Kapının tam karşısında yer alan koltukta sakallı bir adam oturmuştu. Kapının yanında kalakaldım. "Acaba yanlış bir yere mi geldim?" diye kendi kendime sorarken, o sakallı adam eliyle girmemi işaret etti:

-"Gelin, gelin aziz kardeşim. Buyrun oturun."

Şaşkınlığım artmıştı. Bu ses telefondaki o sesti. Sesin oturduğu koltuğun hemen sağında "sivrisinek" oturmuştu. Beni görünce yeniden pis pis sırıtmaya başladı. Bir yandan onun bu bakışları nedeniyle ve yine bakışlarımla bir "s..tir" çekerek, sakallının gösterdiği koltuğa oturdum. Benim oturmamla birlikte elini yavaşça havaya doğru kaldırarak, bakışlarını masanın çevresinde oturanların üzerinde gezdirdi. Sonra elini, yine yavaş bir şekilde masaya koydu ve;

-"Allahın selamı üzerinize olsun kıymetli kardeşlerim...Bazılarınızı buraya çağırmak için telefonla aradığım sırada kendimi biraz da olsa tanıtmıştım. Tekrar olacak ama bir kere daha kendimi tanıtayım. Efendim ben yeni başhekiminiz Dr. Müstakim Din'ibütün. Yanlış anlamayın. Ben sizin gibi tıp doktoru değilim, ilahiyat doktoruyum. Malumunuz ülkemiz yeni, yepyeni düzenlemelerden geçiyor."

"Na-na-na-naannn.... İşte yeni bir yükselen değerler nutku daha. Spikeriniz ve günün yorumcusu, sizin adınıza ve sizin için düşünen, hatta kaşınan bir ilahi insan. Tanrının yeryüzündeki yüzü. Memleketimizin banisi ve gelecekteki kurtarıcılarından biri... Masanın tam ortasındaki koca kristal kül tablası, acaba bu herifin suratının ortasında nasıl durur?" Bu tümceleri yanımda oturan ve hastanede varlığıyla yokluğu arasında hiçbir fark olmayan, plastik cerrah olmasına karşın, hastane de bir tek ameliyat bile yapmamış olan, futbolcu dostumuz Adem beyin kulağına eğilerek söyledim. Yandan dur ulan diye bir dirsek kondurdu.Sakallı sürdürüyordu:

-"Bildiğiniz gibi sağlık kuruluşlarına sayın bakanımızın inayetiyle din adamı kadroları konuldu. Bendeniz, bir ay kadar önce bu sıfatla hastanenize atanmıştım. Ancak üniversite ve diyanetteki işlerim nedeniyle bir türlü görüşmek kısmet olmadı. Diğer yandan yine sizlerin iyi bildiğiniz gibi, sağlık bakanlığı bazı hastanelerimizi özelleştirerek sağlık işletmelerine çevirmeye karar verdi. Bizim hastanemiz de, nihayet dün bu şerefli duruma vasıl oldu. Ancak değerli arkadaşım ve bundan önceki başhekiminiz bu uygulamaya şiddetle karşı çıkarak uhdesinde bulundurduğu görevden affını rica eyledi. Bunun üzerine, Sayın Bakanımız, bu arkadaşımızın yerine, sağ olsunlar, ve de varolsunlar, oradaki bazı arkadaşların teklif ve desteğiyle beni uygun görmüşler. Her ne kadar tıp alanında olmasam da doktor olmam sfatıyla böyle bir ulvi ve şerefli görevi yerine getirebileceğime kani olarak beni atamışlar. Allah hepsinden razı olsun. Böylelikle bu hastanedeki düşkünler ve zavallılar bizlerden faydalanma imkanına sahip olacaklar."

Eh artık bu kadarı olamazdı. Her şeye eyvallah demiştik ama doğrusu bu kadarını beklemiyorduk. Yarın bu adamlar klinik uzmanlıklarını tarikat şeyhlerinin yanında ve onların el vermesiyle dağıtabilirlerdi.

-"Hem canım ne fark eder ki sonuç olarak burası bundan sonra bir sağlık işletmesi olacağına göre çok da bir önemi olmadığı kanaatindeyim. Efendim peygamber efendim ne demiş: "Elemtere kenna ayentebehu eşareşe kufi ela nabi cahel kimesne na bi hekimu." Yani hekimin olmadığı yerde her yaraya bir işleyen - burası bazı hadislerde işeyen diye de geçer- bulunur. Herhalde bu yüzden beni uygun görmüşler. Şimdi soracaksınız. "Peki gecenin bu saatinde bizleri neden topladın" diyeceksiniz. Efendim... Yarın değerli bakanımız buraya teşrif buyuracaklar. O gelmeden önce ben de kendi ekibimi kurarak buradaki düzeni bir gözden geçireyim istedim.

Öğrendiğime göre burada, çeşitli bölümler bulunmaktadır. Artık özel bir işletme olduğumuza göre burasının gayette, efendim, güzel işletilmesi gerekmektedir. Bu sebeple ben de bu bölümlerin başına birbiriyle daha güzel anlaşacak arkadaşları getirmeye karar verdim. Sağ olsun Kamil bey kardeşimiz, bu saate kadar benimle teşrik-i mesai de bulundu. Her bölümün eski başkanlarının yerine bazı yeni arkadaşlarımı, yani sizleri getirmeyi düşündük. İşte sizler bu sebeple buradasınız. "

Birden gözüm cildiye kliniği şefini aradı. Hayret yoktu. "Allah kahretsin... O bir kadın... Onun için çağırmamıştır. Peki yerine.." Artık kendimi tutamadım. Ağzımdan tuhaf bir ses çıktı. Bu gülme sesiydi ama bir hıçkırıkla bir çığlık arası bir şekilde, bir tuhaf ses olarak çıkmıştı. Herkes bana baktı. Ben başımı öne eğdim. Yine plastik cerraha eğilip; "Cildiye de bir tek yeni giren bir asistan var erkek olarak. Şimdi onu mu klinik şefi yapacak bu herif?" Onun yanıtlamasını beklemeden ağzıma mendilimi kapatıp masaya iyice eğilerek sessiz bir şekilde tutamadığım gülmemi, gözümden yaşlar gelene kadar sürdürdüm.

-"Hepinizi buraya çağırırken telefonda neden böyle bir teklifte bulunduğumu ve sizlerden ne istediğimiz anlatmıştım. Yalnız.. Siz efendim, nöbetten çağırdığımız aziz kardeşim... Rıza bey'di değil mi?. Eveeet. Sadece ona yeterince anlatamadım. İzninizle ona da konuyu anlatayım.

Rıza bey kardeşim ki kemik ve kırık çıkık işleriyle meşgul olan bir arkadaşımızdır, onu da bu bölümün başına getirmeyi uygun gördüm. Rıza Bey, siz nöbetteydiniz. Sizinle telefonda bunları konuşacak kadar uzun görüşemedik. Ama ben sizin hakkınızda epey araştırma yaptım. Siz ilkokuldan sonra bir ara dedenizin zorlamasıyla, bir yıl kadar kur'an kursuna gitmiş, arap harflerini sökmüşsünüz. Hatta tıp fakültesinin ilk yılında bizim yurtlarımızdan birisinde kalmışsınız. Gerçi sonra ayrılmışsınız ama yine de, Kamil Bey kardeşimizin de dediğine göre dini bütün bir arkadaşımızsınız.İşte bu nedenlerle, bundan böyle ortupedi - bu lafa da bir türlü dilim dönmez- bölümünün başında siz olacaksınız."

-"Lütfetmişsiniz Sayın Müstikim ..."

-" 'Müstikim' değil efendim... MÜS-TA-KİM. 'A' harfinin üzerinde uzatma var: 'MÜSTAAAKİMİ

-"Hay nes.. ..kimse. Müstağkim beyefendi. Ben bu görevi kabul etmiyorum. Sizi de tanımıyorum. Bu bir darbedir. Bu saçmalıktır. Bu geçersizdir. Görevi de kabul etmiyorum. Bu değişikliği de. Yarın mahkemeye gidip yürütmeyi durdurma kararı almalarını isteyeceğim. Sizi tanıyan buradaki herkesin ve yaptığınız tüm uygulamaların karşısında olacağım.."

İyice kızmış ve köpürmüştüm. Kendimi birden masanın üzerinde buldum. Hem tepiniyor hem de bağırıyordum. Birkaç kişi beni zorla indirip oturttular. Birisi bir bardak su vermeye çalışıyor. Bir başkası, "sus oğlum, kendine hakim ol. Bunlar gelir geçer" diyordu. Bir süre sonra ortalık sakinleşince sakallı yeniden başladı. O sırada arkasındaki duvar sanki yarılmış oda dışarıyla birleşmişti. Dışarıdan korkunç bir gürültü geliyordu. "Binlerce, milyonlarca insan "onu isteriz", "onu bize verin".. gibi bir şeyler söylüyor bağırıyorlardı. Birden sesler kesildi. Duvar kapandı. Sakallının sesi duyulmaya başladı:

-"Şimdiiii.. bundan sonraki çalışma şeklimizi sizlere anlatmak istiyorum. Önce biz hastane olarak, çalışma saatlerimizi mübarek namaz saatlerine göre ayarlayacağız. Geliş gidiş, vardiya değişimi ve nöbet saatlerini buna göre düzenleyeceğiz. Sonra en alttaki geniş genel poliklinik bekleme salonunu yeniden düzenleyerek, bir mescit haline getireceğiz. Oraya kadar inmeye hastalığı müsaade eden hastalarla birlikte bizler yani, bütün hastane personeli, hep birlikte namazlarımızı orada eda edeceğiz. Diğer yandan, dini konularla meşgul olacak imam ve hoca kadromuzu geliştireceğiz. Gerek poliklinikte hastalar muayene olmak için beklerken, gerekse servis ve kliniklerde hizmetin dışındaki zamanlarda hastalarımızın dinle ilgili bilgilerini tazeleyecek tedbirleri alacağız ve onlara tevekkülü öğreteceğiz. Bildiğiniz gibi hastalık da sağlık da yüce allahın işidir. Ve de bir sınavdır. Kimisi bu sınava hata ve günahları nedeniyle alınır, kimisi de sevapları ve feylinin derecesini ölçmek için alınır. Her iki durumda da bizlerin görevi onlara yardımcı olmaktır. Tabii bunu yaparken bizlerin de tanrıya inanç ve güvencimizi muhafaza etmemiz, sıtkımızı pek tutmamız gerekmektedir. Hem bilirsiniz ki tanrının işine karışılmaz. O ne isterse ve ne dilerse olur. Siz sanırsınız ki hastayı ilaç ya da sizin yaptığınız ameliyat iyi etmiştir ya da öldürmüştür. Haşaaa.. O güç sadece ve sadece yüce allahındır. Bunun tersini değil söylemek, düşünmek bile tanrıya şirk koşmaktır. Külli yevmellün kahir. Allah onları bütünüyle kahretsin. Bizler sadece ona vasıta olabiliriz.Elimizden gelen sadece bu kadardır. İşte ol sebepten allaha tevekkül etmek reçetelerimize yazacağımız en başta gelen çare olacaktır.

Sakallının sesi yeniden uzaklaşmaya ve giderek kaybolmaya başladı. Arkasındaki duvar bu kez kocaman bir televizyon ekranına dönüşmüştü. Ekranı dolduran büyük bir kalabalık vardı. Hepsi kapkara çarşaflara bürünmüşlerdi. Kamera arada sırada zoom yapıyor, çarşafların kol ve bacak bölümlerinden kıpkırmızı kol ve bacaklar görünüyordu. Gözlerinin olmadığını fark ettim. Gözlerinin olduğu yerde, kıpkırmızı birer mağara ağzı vardı. O mağaranın derinliklerinden alevler görünüyordu. Birden delirdiğimi düşünmeye başladım. Sonra ekran yeniden kayboldu ve sakallının sesi duyulmaya başladı.

-"Sonra efendim. Yarından tezi yok, her yeri o ulvi ve ruhani renge boyayarak, hastanemizi cennete çevireceğiz. Bakınız aziz kardeşim Rıza Bey o yeşil rengin içinde nasıl bir ruhani kimlik ve sıfat içinde bulunuyor. Hastaların iyi olmasını sağlayacak olan o eşsiz melekler, işte hep onun arkasındadır.Onları görme mutluluğuna eren herkes mes'ut olacaktır. Bundan emin olunuz.

Ahh bir de hemşirelerimizi bu kılığa sokacağız. Yataklar, yorganlar nasıl çarşaflarla olmaları gereken biçime, temizliğe, saflığa ve ulviliğe erişirlerse aynı renkten ve aynı biçimde çarşaftan giysileriyle hanım çalışanlarımız,yani refika ve hemşirelerimiz, tıpkı Amine Anamız gibi şefkatli elleriyle hastalarımızın üzerine nur yağdıracaklaradır.

Yatalak ve iyileşmesi olanaksız olan hastaların başında, onlara bu son yolculuklarında eşlik ederek onları rahatlatacak stajyer imamlar bulacağız, inşallah. Kadın ve erkek personelimizin yemekhanelerini, eşya ve çarşaflarının yıkandığı çamaşırhanelerdeki makinelerimizi, çalıştığımız yerleri birbirinden ayıracağız. Bildiğiniz gibi şeytan her an yanımızda yöremizdedir ve bizleri Allah’ın yolundan çıkarmak için çabalamaktadır. İşte bu yüzden ona fırsat vermeyeceğiz.

İşte tüm bunları gerçekleştirecek tedbirleri biran önce almak için hepinizi buraya topladım. Bu gece bunları iyice düşünün. Hangi işleri ve hangi sırayla yapacağınıza karar verin. Yarın sabah bu işlerin planlarını yapmış olarak buraya gelin ve bana bildirdikten sonra hemen göreve başlayın. Haaa unutmadan başka hastanelerde ve kurumlarda bizimle uyum içinde çalışacak kişileri biliyorsanız bana bildirin ve onları hastanemize kazandıralım. Haydi bakalım kolları sıvayın.Biliyorum ki Allah bizimledir ve bizi muvaffak edecektir."

O sözlerini tamamlayınca odadaki diğer insanlara baktım. Yaklaşık on beş kişi kadar vardı. Birden sivrisinek ve yanımda oturan plastik cerrah dışında hiçbirini tanımadığımın ayrımına vardım. Giysileri de bir tuhaftı. Bu uzun konuşmayı, hiçbir ses çıkarmadan huşu içinde dinliyorlardı. Onun bu son sözleriyle birlikte ayağa kalkması üzerine toplantı odasını insanların ayağa kalkarken çıkardığı tapırtı ve sandalye sesleri kapladı. Bu arada bir tür homurtu ve iç çekmeler de duyuluyordu. Bunlara Arapça bazı sözlerle, sık sık yinelenen Allah sözleri karışıyordu. Kendimi dışarı attım. O sırada birden başımın dönmeye başladığını duyumsadım. Sanki derinlere doğru bir boşluğa düşüyordum. Birden kolumda bir acı hissettim.

-"Tokhtur bey, Tokhtur bey ne oluyon öyle ne oluyon. Düşüyon yaa. "

Birden ortalığı devrilen bir sandalye sesi, onun yanında elektrik ocağı ve üzerinde kendi halinde kaynayan çaydanlığın tangırtısı kapladı. Ayağıma doğru bir sıcaklığın geldiğini algıladım. O anda ayağa fırladığımın ayrımına vardım.

Kalktığımda artık gözlerim açıktı ve odanın duvarları, pencereler, kapı ve eşyalar yavaş yavaş ve salınarak yerlerini buluyordu. Bir süre sonra hepsi yerli yerine döndü.Yalnız oturduğum koltuk yere doğru kaykılarak kalorifere yanlamasına dayanmış, masanın bir ucu ileriye doğru duvardan açılmış, açılan ayağının hemen önündeki elektrik ocağı ve üzerindeki çaydanlık devrilmişti. Ayağımın sıcaklığını daha fazla duyumsadığım anda canımın çok yandığını da algıladım. Hemen pantolonuma ve onunla birlikte çorabıma saldırdım. Muayene odasının içindeki bölümlerde müşahede için yatan iki hasta onları birbirinden ayıran perdeleri aralamış, nelerin olup bittiğine bakıyorlardı.

İzledikleri tuhaf bir sahneydi. Ortada bir yandan zıplarken bir yandan da paçasını tutarak pantolonunu sıyıran bir adam görüyorlardı. Adamın yaptığı hareketler, bir ege zeybeğinin dengeli ama yavaş hareketlerine biçim olarak benzese de ritmik olmadığı için ne tür bir oyun olduğu anlaşılamıyordu. Bir süre sonra adam küçük külotuyla ayakları çıplak bir halde ortada kalakaldığı sırada muayene odasına giren bir hemşire bir çığlık atarak elleriyle yüzünü kapattı. Aynı anda hemşirenin hemen arkasındaki müstahdem elindeki bir kova soğuk suyu ortalık yerde yarı çıplak duran doktorun belden altına sanki bir yangın ateşini söndürür gibi boca etti.

Boca edilen bu bir kova su adamın tamamıyla ayılmasına neden oldu. Üşüdüğünün ayrımına vardı. Sonra çıplaklığını algıladı.Bölmelerden birinin önündeki perdeyi bir çırpıda asılıp kopararak beline sardı ve; "Yahu ben sahiden de koltukta uyumuşum galiba" dedi.

Az önce görüp yaşadıklarının tümünün bir düş olduğunun ayrımına varması ayağına dökülen sıcak suyun verdiği acıyı dindirmişti. Birden kahkahayla gülmeye başladı:

-"Yeni başhekimin adı ne biliyor musunuz! Hah hah haaaa! bilemezsiniz işte. Bilemezsiniz işte. Kırk yıl düşünseniz aklınıza gelmez. Onun adı; Müstakim Din'ibütün! Hah hah ha....Müstakim Din'ibütün...Hah hah haaaa!!!"

  GERİ DÖN ....