K
İTAPLAR HAKKINDA YAZILARIM / KÜLTÜR-SANAT
| Yazın | Fotoğraf | Tiyatro | Gezi | Diğer

KİTAPLAR HAKKINDA YAZILARIM

"LATİFE TEKİN KİTABI"(*) ÜZERİNE

Bu kitap farklı bir kitap. Bir söyleşi ama bir "monolog" gibi.

Çünkü ortada sorular yok. Yine de ortaya çıkarken tüm becerinin soruları soranda olduğu okumaya başlayınca ortaya çıkıyor.

"Latife Tekin Kitabı" bir roman gibi, bir uzun öykü gibi bir kitap. Akıcı sürükleyici. İnsanda bildiği bir insanı ayrıntılarıyla, romanlarında anlattıkların arka anlamlarıyla öğrenmesi duygusunu yaratıyor. Onun kitaplarında yazılanlardan belleğinizde kalanlar "bir"leşiyor, bir yelerde bütünleşiyor ve "tek bir kitaba" aslında bu kitapta yaşamından söz edilen bir "insan"a, bir yazara, bir sanatçıya dönüşüyor. Onun için bu bir "katalizör" bir kitap. Bunu Latife Tekin’in kitaplarının "rehberi" gibi nitelemek de mümkün.

Latife Tekin'i Bozcaada'ya benzetiyorum.

Tıpkı Bozcaada'nın sevenleri ve sevmeyenleri, anlayanları ve anlamayanları olduğu gibi Tekin'in de sevenleri, sevmeyenleri, anlayanları ve anlamayanları olduğunu düşünüyorum. Bu kitap onu seven ve anlayanlar için yazılmış. Bu kitap onu seven ve anlayanların "kendilerini onda, onu da kendilerinde" buldukları bir kitap.

Bu duygu daha kitabın girişinde "kitabın oluşum ve ortaya çıkma sürecini anlatan Pelin Özer"in" anlattıklarını okuyunca ortaya çıktı bende. Kitabı okurken zaman zaman Latife Tekin’le yaptığımız konuşmalarda da pekişti.

Okurken her cümlesi "yazma" en azından üzerinde "konuşma" gereksinimi doğurdu benim için. İki adım ötemdeyken, onun şu anda yazmaya yoğunlaştığı kitap nedeniyle bunu her an yapamasam da zaman zaman onunla ama daha çok kendi kendime konuştum ve yazdım.

Ben o söyleşi yapılırken orada olsaydım, ya da bu kitabı okurken Latife Tekin'le her cümleyi yeniden konuşabiliyor olsaydık. Yeni Latife Tekin kitapları ortaya çıkabilirdi diye düşündüm, kitabı bitirince.

Belki her okuyanın onunla bunu yapması olanaklı değil. Belki de gerekli değil. Ama bu kitabı okuma eylemi, bir çok kitabın ortaya çıkmasını sağlayacak bir okuma olabilir.

Okuyun ve okuduktan sonra yazın. Ondan yola çıkarak yazdıklarınızı da belki biz okuruz.

* * *

Kitaptan yola çıkarak yazılmış küçük bir "not":

Yazmak üzerine

Yazmak insan için bir tür "boşalmak" bence. Bu anlamıyla "doğal" bir davranış, edim.

Tıpkı insanın doğal gereksinimleri ve bu anlamda yaptıkları gibi: İşemek, dışkılamak gibi, kusmak gibi, ersuyunun boşalması, ya da kadınların periyodik kanamaları gibi hatta tükürmek gibi.

Bunun için "yazmayı bilmek" yetiyor.

Onu bilince o kendi kendini belirliyor. İstek ya da gereksinim en üst düzeye çıktığında "kendiliğinden" ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla "yazmak" aslında insanın öncelikle kendisi için, kendi gereksinimini karşılamak için yaptığı bir "edim"dir.

"Eylem" demiyorum. Onu "edim" diye adlandırıyorum. Bu sözcüğe yüklediğim anlam, daha çok "bilinçten bağımsız" olan ama "içgüdüsel davranış" ya da "refleks" gibi tümüyle ve doğrudan organizmanın kendiliğinden gerçekleştirdiklerinden de farklı bir "fiil" olması nedeniyledir.

Onu "edim"den "eylem"e götüren durum insanın "aklının ve bilincinin" katılmasıyla ortaya çıkar. O zaman bu "edim"n kendi doğasının ötesinde bir işlevi söz konusu olur ki, bu bir anlamda "yapay", "kurgusal" ve "amaçlı" bir "fiil" ortaya çıkarır. Ama asıl dert edilen ama bir o kadar da sorunlu olan "nokta ve durum" budur.

Yazmak bana göre aynı zamanda insanın "entelektüel ya da sanatsal" üretimlerin de en basit biçimidir.

"Yazmak" bir yanıttır diğer yandan. Ama aynı zamanda bir kayıttır da. Yazanlar yazdıklarıyla aynı zamanda tutumlarını ve tepkilerini de ortaya koymuş olurlar. Bunun için bazen yalnızca yazmak yeterlidir. Onun için duvarlara yazılanların çok büyük önemi vardır. O yazılanların içeriğinin ne olduğunun, neyi nasıl söylediği aslında çok da önemli değildir. Çünkü onun çıkış noktası bir tepkiyi ortaya koymaktır.

Yazmak bir tepkidir bu anlamda. Örneğin işkenceye karşı tepkidir. Adaletsizliğe, yoksullaştırılmaya karşı bir tepkidir. Yanlışlara karşı bir tepkidir. Yazmak, ifade edilenden bağımsız bir kendini ifade etme biçimidir. Kızarsınız yazarsınız. Sevinirsiniz yazarsınız. Mutlu ya da mutsuzluklarınızın ifadesi de yazmaktır. Yazmak özgürlüktür. Kısıtlansanız, sınırlansanız, bir yere tıkılsanız bile eğer yazabiliyorsanız "özgürsünüz" demektir.

Yazmak, yalnız "insan"ların yapabildiği bir eylemdir ama. Tabi bu eylemde bulunan yani yazan herkes "yazar" değildir.

Yazarlarla yazanların arasındaki fark da burada ortaya çıkar. Yazanlar yazarak tepkilerini ortaya koyarlar. Yazarlar ise aynı şeyi farklı biçimde yaparlar. Onların yazdıkları, duygu ve düşüncenin belirli bir formda yoğunlaştırıldığı, artık yazardan bağımsız kendinde bir varlık hale gelen bir yapıttır. O zaman buna "sanat yapıtı" deriz. "Roman" deriz. "Öykü" deriz.

Bazen yazmaya haz ve keyif eşlik ediyor. O zaman haz alınan durumlara örneğin sevişirken "orgazm" olmaya yakın bir durum ortaya çıkıyor. Bu da "insanın kendisi", hatta "bir gereksinimini karşılayan" bir "fiil"e dönüştürüyor "yazmayı".

Ama çoğu zaman ise "acı ve sıkıntı" yaratıyor yazmak. Bu da kadınların "adet ağrıları"na ya da kusarken "boğazın yanması" gibi bir duygu ve rahatsızlık yaratıyor..

Ama sonuç olarak başta da dediğim gibi yazmak" bir tür "doğal ihtiyaç". Bunun ayrımına varanlar aynı zamanda hemen ardından yaşanan "rahatlığı" da biliyorlar ve yaşıyorlar.

Bu nedenle aslında "yazmak" bir tür "tedavi", "arınma" ve "temizlenme" işlevine de sahip. Bu işi "yazmak ve doğal yollar dışında" bulup yapamayanlar ve bunu yaşayamayanlar "sürekli olarak bir doluluk ve kirlilik" içindeler. Çoğu bunun ayrımında bile değil. Sokaktaki insanların çoğunun "mutsuzluk, rahatsızlık ve sıkıntısı" kanımca bundan. Aslında "şiddet"in en büyük nedeni, diğerine acı vermenin kökeninde yatan da bence bu. Yani bu insani gereksinimi giderilmemesi.

Yazma gereksinimini hiç hissetmeyenler ise en "rahat" ama "insan soyu"na da o oranda en uzak insanlar. Onlar için "doğal" yollarla bu boşalmanın sağlanması hâlâ yeterli oluyor. Onların bir anlamda genetik evrimin "önceki" halkalarına doğru bir yönelim içinde ve hatta konumlandıklarını söyleyebiliriz. Bunu fark ve ifade etmek de "insan soyu"nun bir bireyi olarak insana acı verici bir durum ortaya çıkarıyor.

Bu acıyı da en çok "gelişimini" ileriye doğru sürdüren insanlar, örneğin "yazanlar ve yazarlar" yaşıyorlar. Bir yandan "kendi varlıklarını geliştirerek" sürdürmek bir yandan da en azından yazdıkları ve ifade ettikleriyle "diğer"lerinin gelişimine katkıda bulunmak gibi yararcı bir yaklaşımın baskısı ile yazmaya ve üretmeye zorlanıyorlar. Bu da onların arasındaki "farklılıkları" ortaya çıkaran bir unsur oluyor.

Yine de "yazma" edimini bunu yaparak bir "eylem"e dönüştürmek isteyenler ya da dönüştürebilenler aslında kendini daha çok "diğer"lerine yakın hissedenler, onların durumlarından dolayı dertlenenler. Çünkü yalnız onlar "köklerinin bir ve aynı" olduğunu düşünürler. Kendilerine bu nedenle diğerleri için böyle bir görev verirler.

Üstelik "kimse" onlardan bunu istemeden yaptıkları için, yazarken yaşadıkları "boşalma ya da arınma"yı, en keyifli durumda bile "keyifsiz" hale getirmiş olurlar. Bu da bir "bedel"dir. Hiçbir haz acısız değildir.

(*) Latife Tekin Kitabı (Anı, Anlatı, Söyleşi)
Pelin Özer
Everest Yayınları, Anı-Anlatı:16, LT Kitapları:9
Mart 2005-İstanbul,
ISBN: 975-289-220-5, 202 Sayfa

29.12.2007-Gümüşlük

 


OKUDUĞUM KİTAPLAR ANA SAYFASI

 

  

SON DÜZENLEME TARİHİ: 29.12.2007
@: Düzenleyen: Mustafa SÜTLAŞ. Bu sayfanın her hakkı mahfuzdur.