“fobia”

iktidar korktukça korkuyu yaratır, bir korktukça da bir iktidar yaratırız. ne birisi olmadan diğeri mümkündür, ne de tersi!

bianet.org / 21 haziran 2014

muğla sıtkı koçman üniversitesi bodrum güzel sanatlar fakültesi heykel bölümü öğretim üyesi yrd. doç. dr. esra sağlık’ın bodrum şevket sabancı kültür ve sanat merkezi’nde 20-30 haziran 2014 tarihleri arasında açtığı sergisinin(*) adı bu. günümüz türkçesinde “fobi” olarak söylediğimiz sözün aslı. yunanca’dan geliyor. eski yunanlılar korku tanrısına “phobos” demişler. pek çok şey ondan geliyor, belki ona gidiyor. “bir şeye karşı duyulan korkunun, bireyin gündelik yaşamını olumsuz yönde etkilemesi hali” olarak anlayabiliriz.

esra sağlık’ın sergisinde “fobi”leri ortaya koyan yapıtlar yer alıyor. eğer gider ve izlerseniz “fobi”lere neden olan kavramları somut işlerden yola çıkarak önce kendimizle, sonra da belki sergiyi gezen yapıtları gören diğer insanlarla tartışacağız. onun bu sergideki amacını aracılık edersek belki de “yüzleşeceğiz” ve o da bundan mutlu olacak.

fobilerimiz ve korkularımız

ayrı ayrı “fobi”lerimiz, ya da doğrusunu söylersek “fobia”larımız da asıl olarak bizi belirleyen korkularımızdır. aslında her biyolojik canlının yaşamı ve varlığının devamı için “korku” zorunlu olan bir “duygu”, “düşünce” ve “hal”dir.

korkusuz insan da, toplum da yoktur. korkularımız bizi hem var eder aynı zamanda. bizi tanımlar, niteler... o yüzdendir ki sanılanın tersine hemen hiç biri bizim kendi kendimize ve kendimizde yaptığımız veya yarattığımız bir şey değildir.

mutlaka nedenleri ya da dayanağı vardır ve onlar bizim dışımızda ortaya çıkar, gelişir, bizi bulur, etkiler, yakalar ve zapt eder.

doğduğumuz andan itibaren “korkutuluruz”: “aç kalmaktan” , “yalnız bırakılmaktan”, “sevememekten” ya da “sevilmemekten”, “büyüyememekten” ya da “çocuk kalamamaktan” korkarız.

“hastalanmak”, “sakat kalmak”, “yakınlarımızı kaybetmek”, “tecavüze uğramak”, “iğdiş edilmek”, hatta “ölmek” hiç de uzak olmayan her an karşılaşabileceğimiz “somut” olaylar, dolayısıyla değişmez korkularımızdır.

“sevdiğine ulaşamamak”, “evlenememek”, “yalnız yaşamak” yaşamımızı belirleyen dolayısıyla dile getirmesek de hep yaşadığımız “fobia”larımızdır.

“okul”, “askerlik”, “hapsedilmek”, “toplumsal sorumluluklar ve zorunluluklar”, “geçim derdi” hem bireysel, hem toplumsal boyutta kökenleri olan “gündelik” korkularımızdır.

toplumun korkusu bizim korkumuz

çocuk korkuyu içinde doğruğu çevrede öğrenir. o çevre onun varlığını sürdürmesi kadar, kendi düzenini de sürdürmesi için ona korkuyu ve korkmayı öğretir. kullandığı en büyük araç da “acı”dır. acı canımızı yakar, canımız yanar ve korkuyu, korkmayı öğreniriz. bu yüzden korkunun kaynakları bizim dışımızda o yüzden de özü itibariyle “toplumsal”dır:

toplum en çok korktuklarını bizim de korkumuz haline getirerek bir anlamda paylaşmak ve korkuyu küçültmek ve azaltmak ister. ama hemen hepsinde de tam tersine neden olur bu etki: korku kalıcılaşır, korku büyür, korku derinleşir, korku yaygınlaşır.

hepsinin temelinde yatan ise “yok”luktur aslında: “yok olmaktan, “yoksun” olmaktan, “yoksul” olmaktan korkarız, korkutuluruz. bir de bunların olmamasının yarattığı “ötekilik” ten. “varlık ve yokluk”, dolayısıyla “ötekilik” aynı zamanda bir “iktidarın varlığının sonucu” ve aynı zamanda da “iktidar sorunu”dur.

“korku”nun ve “fobia”nın olduğu her yerde mutlak bir iktidar ve o iktidarın korkusu da vardır o yüzden. o korkuların teker teker her birimizdeki tezahürüdür bir bakıma, bizim korkularımız ve o iktidarla olan ilişkimiz de bunu belirleyici dürtüsüdür. iktidar korktukça korkuyu yaratır, bir korktukça da bir iktidar yaratırız. ne birisi olmadan diğeri mümkündür, ne de tersi!

korkuların simgeleri

korkuları bir şeylerde simgeleştiririz. simgeler onları yarattığı ya da anımsattığı gibi aynı zamanda onları kontrol altında tutmaya ve onlarla baş etmemizi de sağlamaya da yarar.

işte tıpkı yaşamda olduğu gibi, sanatın ikili rolü de burada devreye girer. simgeleri yaratarak ya da yeniden üreterek yalnızca korkuyu görünür kılmayız, aynı zamanda onu aşmayı da başarır, başkalarının da başarması için bir açılım yaratmış oluruz.

o yüzden bir “ad” koymak, bir “simge” ya da “imge” yaratmak korkudan kurtulmanın, onunla baş etmenin ilk adımıdır. ama bunun gerçekleşebilmesi için sanatçının yaratısındaki o imgeyle bir ilişki kurmamız, ondaki anlamı bulup keşfetmemiz, kendimizdeki koşutunu bulmamız, ondan yola çıkarak korkumuzu, ya çıkış noktası ya da sonucu olarak görebilmemiz, üzerine düşünmemiz, ona bakarken kendimizle ve korkumuzla yüzleşmemiz gerekir.

esra sağlık yapıtlarında yarattığı formdan yola çıkarak kişiselmiş gibi görünen imgelerin altını çizerek bize bunu başarmamız için oldukça büyük kolaylıklar sağlıyor. yapıtlarında malzeme olarak seçtiği ahşap, metal, alçı, cam, plastik, kağıt, saç, kıl, kumaş değişik yanlarıyla fobilere neden olan ve çevremizde her an ilişkide olduğumuz unsurlar.

çoğunda ahşabı seçmesinin de bence nedeni, ağacın yaşamla bağını ve bağdaşıklığını, ama onun da ötesinde sürekliliğini ve gelişme potansiyelini ortaya koyuyor.

çünkü ahşaba yapılan her müdahalenin ağacın canlılığı içinde, etkiyi dönüştürerek başka bir biçime varetmesi onun kendindeliğini görmemize yol açıyor. bunun yanında, el ile madde, yaratan ile yaratılan arasındaki “doğal” bir işbirliğinin varacağı noktaları, belki de bir umudu da çağırıyor

formlarda karşılaştığımız “an”ların yaşamdaki ve olgudaki sıradanlığı ise bir yandan “fobia”larımızın yaşamımızdaki kapsadığı alanın genişliğini, bu anlamıyla “işgalci” ya da “fetheden” boyutunu akla getiriyor ve belki de onlardan kurtuluşun yol ve seçeneklerini işaret ediyor.

anahtar ya da rehberler

her ne kadar tüm korkulardan kurtulmak ve arınmak için tek bir “anahtar” ya da “rehber” olmadığı bilinse de, esra sağlık’ın “fobia”sında izlediklerimiz korkularımızla yüzleşmemiz için iyi birer anahtar oluşturuyor. o anahtarların açtığı kapılardan yapıtların içine girebilirsek orada bazı “rehberler”i bulacağımızı iddia etmek de mümkün.

ama asıl önemli olan onu ve yapıtlarını izlemek şimdi belki de her zaman olduğundan daha önemli ve yaşamsal olması. bunun yakıcılığı yaşadığımız anın, o anın dayattığı sorumluluklarımızı da büyütüyor.

üstelik onlar bodrum’un sıcak yazında sergilenmiş ve gündem her zamankinden daha sıcak ve yakıcı olsa da...

(*) sergi 30 haziran’a kadar turgut reis şevket sabancı kültür merkezi sergi salonu’nda her gün 10:00-19:00 arasında gezilebilir.


önceki yazılar:

  • "gezi'ye doğru" (31.05.2014 / bianet)
  • "saldırı küresel, karşı mücadele de küresel olmalı" (24.05.2014 / bianet)
  • "kadınlar mollalar için büyük bir sorun" (19.04.2014 / bianet)
  • 1915 için ‘sen’ ne yapacaksın? (12.04.2014 / bianet)
  • oyumu kime vereceğim? (29.03.2014 / bianet)
  • “birlikte yapmalıyız her ne yapıyorsak...” (22.03.2014 / bianet)
  • günlükler ve mektuplara dair... (15.03.2014 / bianet)
  • “yüzüncü” oyunun heyecanı (08.03.2014 / bianet)
  • çocukluktan çıkmak ya da hep çocuk kalmak... (01.03.2014 / bianet)
  • ağıt aslında şimdi başlıyor (22.02.2014 / bianet)
  • gerçek tacizcilerin peşine düşülmeli (18.02.2014 / bianet)
  • çoğalarak, çoğaltarak dönmek... (15.02.2014 / bianet)
  • bir "iz" olsun diye.... (08.02.2014 / bianet)
  • kim hasta ediyor bizi? (01.02.2014 / bianet)
  • bir genelge ve bir haber (24.01.2014 / bianet)
  • bir daha: “hrant için, adalet için” (18.01.2014 / bianet)
  • "isyanın izinde", hem de "içinde" (11.01.2014 / bianet)
  • başka bir dünya bugünden oluşacak (04.01.2014 / bianet)
  • bianet’in yaşamımızdaki yeri ve önemi (01.01.2014 / bianet)

     

      haberler:

  • bianet'in 'müteşekkiriz' partisinde (26.01.2014 / bianet)

     

     

     

     

    Bu sayfa en son 23.06.2014 tarihinde güncelleştirilmiştir.